Flash

6/recent/ticker-posts

Ayşe AKTAŞ ; Misyonerlik Adı Altında Dine Davet

 

Misyonerlik Adı Altında Dine Davet

İNCİL DAĞITIMI BAĞLAMINDA MİSYONERLİK FAALİYETLERİ: DİNİ BİR TEBLİĞ Mİ?

Dinlerin farklı coğrafyalarda yayılması, tarih boyunca dinî tebliğin temel araçlarından biri olmuştur. Özellikle Hristiyanların misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde İncil'in farklı dillerde basılarak dağıtılması, bu misyonun önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Ancak modern dönemde bu faaliyetler, sadece inanç yayma çabası değil; aynı zamanda küresel ölçekte kültürel etkileşim, güç ilişkileri ve dini özgürlükler bağlamında da tartışmaya açık bir konudur.

Geçmişe dönüp baktığımızda Misyonerlik, Hristiyanlık tarihinde erken dönemlerden itibaren merkezi bir role sahiptir. Özellikle Katolik ve Protestan geleneklerinde, “bütün uluslara gidin ve onları öğrencim yapın” (Matta 28:19) buyruğu doğrultusunda dünya geneline yayılma çabaları sürdürülmüştür. 19. yüzyıldan itibaren misyonerlik faaliyetleri Batı sömürgeciliğiyle paralel gelişmiş; eğitim, sağlık ve yardım hizmetleri ile entegre şekilde yürütülmüştür. Bu süreçte İncil’in yerel dillere çevrilmesi ve basılması da hız kazanmıştır.

Günümüzde İncil dağıtımı çoğu zaman sivil toplum kuruluşları, dini misyoner organizasyonlar ya da bireysel gönüllüler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Dağıtım yöntemleri, doğrudan bireysel temas, posta yoluyla gönderim, sokakta dağıtım, ücretsiz dil kursları ya da yardım faaliyetleriyle entegre sunum şeklinde olabilmektedir. Bu noktada özellikle “gençler, yoksul kesimler ve afet bölgeleri” hedef kitle olarak öne çıkmaktadır. Bu tercih, misyoner stratejilerinin bilinçli sosyo-psikolojik temellere dayandığını göstermektedir.

 İslam dünyası başta olmak üzere bazı toplumlarda kültürel müdahale ya da inanç sömürüsüdür. Buradaki temel sorun, dağıtım faaliyetinin  bir inanç sistemini yayma ve diğerlerini dönüştürme amacıyla mı yapıldığıdır. Özellikle maddi sıkıntı yaşayan kesimlere yapılan dağıtımlar, “yardım karşılığında inanç değiştirme” algısını güçlendirmektedir. İncil’in ya da başka herhangi bir kutsal metnin dağıtımı, temel olarak bireyin bilgi edinme ve inanma özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir. Ancak bu faaliyetlerin zamanı, yeri, yöntemi ve bağlamı, bu özgürlüğü meşru kılan ya da problematik hale getiren temel unsurlardır. İnançsız ya da farklı bir dine mensup bireylere saygı sınırlarının ihlali, dini tebliği etik bir faaliyetten çıkarıp dini propaganda ya da psikolojik baskı niteliğine dönüştürebilir.
İncil dağıtımı, yalnızca bir kitap dağıtımı değil; belirli bir inanç sisteminin evrenselleştirilmesi amacına hizmet eden ideolojik bir araç olarak da okunabilir. Özellikle kültürel ve dini çeşitliliğin hâkim olduğu toplumlarda bu tür faaliyetlerin, dinî özgürlük kadar toplumsal barış, kültürel saygı ve çoğulculuk ilkeleri çerçevesinde de ele alınması gereklidir. İnanç tebliği, ancak karşılıklı saygı ve rıza temelinde yürütüldüğünde hem bireysel özgürlüğü hem de toplumsal dengeyi koruyabilir.

Günümüzde küreselleşmenin etkisiyle birlikte dinî inançlar da sınır tanımadan yayılıyor. Bu bağlamda en dikkat çeken faaliyetlerden biri de, farklı ülkelerde gerçekleştirilen İncil dağıtımı ve buna eşlik eden misyonerlik çalışmalarıdır. Özellikle Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerde bu tür faaliyetler toplumun farklı kesimlerinde tartışma konusu olmaya devam ediyor. Peki, İncil dağıtılması sadece bir kitap dağıtımı mıdır, yoksa daha derin bir misyonun parçası mı?

Bence görünürde yardım, gerçekte tebliğ” yapılmaktadır.

Pek çok vakıf ve STK, “insani yardım”, “kültürel etkileşim” veya “dil eğitimi” gibi masum görünen gerekçelerle bazı ülkelere gidiyor. Ancak bu faaliyetlerin çoğu zaman arka planında Hristiyanlık inancının yayılması hedefi yer alıyor. Gençlere ücretsiz İngilizce eğitimi sunuluyor; sınıf sonunda öğrencilere İngilizce İncil hediye ediliyor. Sağlık kampanyalarında şifa bulmaya gelen insanlara dualar eşliğinde İncil broşürleri dağıtılıyor. Bu tür uygulamalar, dini tebliğin sınırlarını aşarak kimi zaman kültürel baskıya dönüşebiliyor. İncil dağıtımı genellikle ekonomik olarak dezavantajlı bölgelerde olmasının  nedeni oldukça açık: Maddi sıkıntı çeken bireyler, temel ihtiyaçlarını karşılayan kişilere karşı daha açık ve savunmasızdır. Bu savunmasızlık hali, dini etkileşimi kolaylaştırır. En çok da gençler hedeflenir. Çünkü genç beyinler hem meraklıdır hem de henüz inanç konusunda net bir kimlik oturtmamış olabilir.

Türkiye’de çeşitli yollarla yürütülen misyonerlik faaliyetleri, özellikle gençlerimizi hedef almakta ve onları İslam dininden uzaklaştırma amacı taşımaktadır. Eğitim, sosyal medya, yardım faaliyetleri ve kültürel etkinlikler aracılığıyla gençlerin zihinsel ve manevi dünyasına sızılmakta, inanç değerleri sorgulatılmaktadır. Bu süreçte bazı gençler kimlik bunalımı yaşayarak İslam’dan uzaklaşmakta, farklı inançlara yönelmektedir. Bu tehlikeli gidişata karşı acilen farkındalık oluşturulmalı, aileler, eğitimciler ve toplum olarak çocuklarımıza sahip çıkmalı, dinimizin doğru bilgilerini onlara aktarmalıyız. Gençliğimizi korumak ve İslam’a bağlı bireyler yetiştirmek için dini eğitim, manevi rehberlik ve toplumsal dayanışma büyük önem taşımaktadır.

“Gençlerimizin geleceği ve toplumumuzun huzuru için dinimize sahip çıkmak artık bir zorunluluktur.”

Vesselam.

Ayşe Aktaş

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar