Flash

6/recent/ticker-posts

Mazlum Coğrafyaların Sessizliği ve Türkiye’nin Kayıp Duruşu

Mazlum Coğrafyaların Sessizliği ve Türkiye'nin Kayıp Duruşu


80 Eserlik Bir Yazarın Kaleminden

Dünya, görünmeyen bir yangının içinde. Bu yangın ne petrol kokuyor ne barut, ne de para... Bu yangın, adaletin yokluğu ve vicdanın suskunluğudur.
Gazze'de her gün biraz daha yok edilen bir halk, Doğu Türkistan'da susturulan bir inanç, Arakan'da insan sayılmayan canlar, Yemen'de açlıkla taş yutan çocuklar var. Mazlumlar çığlık çığlığa...
Ve bu çığlıklar arasında, İslam dünyasının en güçlü ülkesi Türkiye'nin sesi ne yazık ki fısıltıdan öteye geçemiyor.

Ben bu satırları yazarken bir gazeteci, bir akademisyen ya da bir hükümet danışmanı sıfatıyla değil; kalemini bu halkın hikâyesine, ümmetin çilesine ve tarihin ruhuna adamış 80 eserlik bir yazar kimliğiyle yazıyorum.
Kalemim nice hikâye anlattı ama böylesine derin bir sessizliğin hikâyesini yazmak kalemi de ruhu da kanatıyor.

Türkiye'nin dış politikasında, son yıllarda "denge" söylemi sıkça dillendiriliyor. Ne Batı'yı tam karşısına alıyor, ne de Doğu'nun acılarına tam manasıyla omuz veriyor. Herkesle iyi geçinmeye çalışan ama kimseye tam destek veremeyen bir profil…
Evet, reel politik böyle olabilir. Ama biz bu coğrafyanın reel sahibi değil, ruhi taşıyıcısıyız.
Biz bu topraklarda sadece siyaset üretmedik, aynı zamanda adalet ihraç ettik.
Osmanlı'nın adalet sancağıyla yürüdüğü yollar, sadece fetih değil, vicdan yollarıydı.
Bugün Türkiye; Balkanlar'da, Kafkasya'da, Ortadoğu'da, Afrika'da hâlâ saygı görebiliyorsa, bu tank gücünden değil; tarihî ahlakından dolayıdır.
Ancak o ahlak, şimdi diplomatik dengeye kurban ediliyor.

Filistin için gözyaşı dökmek yetmez. Kınama mesajlarıyla ümmetin gönlü alınmaz.
Doğu Türkistan'daki vahşet karşısında ekranlara çıkıp tek bir cümle kurmamak, İslamî kardeşlik anlayışıyla izah edilemez.
Suriye'de milyonlarca mültecinin çaresizliğini sadece sınır güvenliği üzerinden okumak, insanlığın izzetine yakışmaz.
Türkiye, sadece sınırlarını değil, vicdanını da korumakla yükümlüdür.

Ben bir yazarım. Yazarlık benim için yalnızca edebi bir uğraş değil; çağın tanıklığıdır.
Görülmeyeni göstermek, bastırılanı dillendirmek, susturulanı haykırmaktır.
Eserlerimde anlatılan acılar, şimdi ekranlarda canlı yayınlarla karşımızda duruyor. Fakat halk susturulmuş, aydınlar sinmiş, yöneticiler diplomatik risk hesaplarıyla hareket ediyor.

Bir ülkenin dış politikası, sadece ekonomik yatırımlarla ölçülmez.
Asıl başarı, mazlumun duasında yer bulmakla mümkündür.
Bu bağlamda Türkiye, büyük bir tarihi sorumluluğun tam ortasındadır. Ya ümmetin vicdanı olacak, ya da büyük bir fırsatı ebediyen kaybedecek.

Dış politika, yalnızca strateji değildir.
Dış politika, bir duruşun dışa yansımasıdır.
Kimin yanında durduğunuz; sadece kiminle ticaret yaptığınız değil, kiminle ahlaken birlikte yürüdüğünüzdür.

Bugün Türkiye, bu yol ayrımında bocalıyor. Hangi kampın yanında olacağına değil, neyin doğrulardan sayılacağına karar vermeye çalışıyor.
Oysa doğrular bellidir. Zulmün karşısında susan dilsiz şeytandır. Bu söz sadece camide değil, Birleşmiş Milletler kürsüsünde de geçerlidir.

Tarihte bazı ülkeler vardır; haritada küçüktür ama mazlumun gönlünde büyüktür.
Bazı liderler vardır; askeri gücü yoktur ama mazlumun duasıyla ayakta kalır.
Türkiye, bu iki denklemin ortasında bir seçim yapmak zorunda:
Ya hakikatin yanında saf tutacak, ya da tarihin sessiz seyircisi olarak kalacak.

Ben bu yazıyı, kalemiyle hakikatin izini süren bir yazar olarak yazıyorum.
Yalnızca bir çağrı değil, aynı zamanda bir uyarıdır bu satırlar:
Siyasi akıl, stratejik diplomasi ve ekonomik ortaklıklar bir ülkeyi kalkındırabilir; ama ancak vicdanla beslenen bir dış politika onu saygın kılar.

Artık Türkiye'nin sadece gözlem yapan değil, yön veren; sadece denge arayan değil, taraf olan bir dış politika ile yoluna devam etmesi gerekiyor.
Çünkü adaletin terazisi, artık sadece mahkemelerde değil; mazlumların gözyaşında da ölçülüyor.

Bu satırları, tarihe bir not, ümmete bir çağrı ve bu millete bir hatırlatma olarak bırakıyorum.
Kalem susmaz, vicdan durmaz.
Ve unutulmasın ki; hakikat, en çok susturulduğu zaman yazılmaya muhtaçtır.

 

Selam ve Dua İle

Zübeyt BOZKURT

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar