ÜRETİMİN DEĞİL, MENFAATİN ZİHNİYETİ
Bir ülkenin geleceği, toprağında filizlenen tohumla başlar.
Ama o tohum çürümüşse, ondan yeşerecek her şey de çürür. Bugün tarımın en derin
yarası da tam burada gizli: Toprağa değil, menfaate kök salmış çürümüş bir
zihniyet.
Bir zamanlar üretimin onuruyla var olan çiftçi örgütleri,
bugün ithalatın kârıyla övünür hale geldi. Çiftçiye çürük tohum satan, sahte
gübreyi “ticaret” diye savunan, üreticinin alın terini haksız kazançla
sermayeye çeviren başkanlar... Bir yanda “biz üretici değiliz, satıcıyız”
diyerek sahte gübreyi çiftçisine satan çiftçi örgütü yöneticileri; diğer yanda
kendi çiftçisinin emeğini ithal şekere, ithal tohuma, ithal ete feda eden
başkanlar... Artık üretim değil, ithalat kazandırıyor; emek değil, komisyon değer
görüyor.
Tabelası Büyük, Vicdanı Küçük Bir Sistem
Bu zihniyet, tarlayı değil, tabelayı büyütüyor. Eğitim
merkezleri yerine oteller, araştırma sahaları yerine lüks binalar yapılıyor.
Çiftçiyi eğitmek, toprağı geliştirmek, tohumu ıslah etmek varken; öncelik
ihalelere, koltuklara, protokollere veriliyor. Tarımı kalkındırmak için
kurulmuş örgütler, üreticinin sırtına yük olmuş durumda.
Zorunlu kesintilerle dolan kasalar, çiftçinin değil, makam
araçlarının, şoförlerin ve yüksek maaşların hizmetine giriyor. Asgari
ücretlinin on beş, yirmi katı maaş alan yöneticiler, hâlâ “devletten daha fazla
pay” istemekten geri durmuyor. Tarımın sırtında taşınan bu israf, bu
adaletsizlik, üretimin omurgasını kırıyor.
Yetki Var, Hesap Yok
Devletin makamlarını temsil ettiğiniz çiftçi için değil, kendi
çıkarlarınız için meşgul ediyorsunuz. Hep daha fazlasını istiyor, üretmek
yerine eleştiriyor, çare aramak yerine şikâyet ediyorsunuz. Daha da yetmedi;
bir de kendinizi bakanlık makamına layık görüp o koltuğu talep ediyor,
bekliyorsunuz. Ya Allah aşkına, bir dönüp bakın bu ülkenin tarımının haline!
Elinize ÇKS belgesi almış herkes çiftçi değil. Gerçek
çiftçi kalmadı. Tohumla, toprakla, alın teriyle bağı kalmamış bir “kâğıt
çiftçiliği” düzeni oluştu. Bugün üreticinin yaş ortalaması 60’lara dayandı.
Genç nesil artık tarlaya dönmüyor; çünkü bu zihniyetin altında nefes alınmıyor.
On yıl sonra bu ülkenin üreticisi kalmayacak. O zaman ne yapacaksınız? Kim
ekecek, kim biçecek, kim bu ülkenin gıda güvenliğini sağlayacak?
Üretmeyen Eleştiremez
Üretici örgütü olarak sen üretmiyor, ürettirmiyorsun; ama
devletten ithalatı durdurmasını bekliyorsun. Sen üretmezsen, onlar ithalata
başvurur. Evet, ithalat o gün için bir çözüm olabilir; ama sen üretimi
kaybettiğinde, o çözüm kısa sürede bağımlılığa dönüşür. Bugün ithal
ettiğin, yarın sende yok olan bir ürün haline gelir.
Önce üret! Üretmeden, “ithal ettiler” diye eleştirme
hakkını kendinde bulamazsın. Gerçek duruş, devlete karşı değil; çürümüş
tarımsal örgütlere karşı, üretimin yanında durmaktır. Bir yandan ithalat söz
konusu olduğunda en önde koşup, sadece kendinde hak görüp, çiftçinin yüzüne
ithalat yapıyorlar diye sahte sızlanma duruşundan uzaklaşıp yerini
netleştirmektir.
Yetki Varsa, Hedef ve Yaptırım da Olmalı
Devlet, bir çiftçi örgütü başkanına yetki veriyorsa; o
yetkiyle birlikte sorumluluk ve hedef de vermelidir. Bir kurum başkanına
kaynak sağlanıyorsa, açık ve ölçülebilir hedefler konulmalı; bu hedefler
tutturulamazsa büyük yaptırımlar uygulanmalıdır. Yetki, cezasız güç
değildir.
Bugün yetki var, para var; ama sorumluluk, hedef ve hesap
yok. Tabii ki bu kadar rahatlar! Sorumluluk yoksa, hesap yoksa, vicdan da hızla
tükenir. Bu nedenle devlet eliyle verilen her yetkinin karşısında net
yükümlülükler olmalı; aksi halde bu örgütler sadece koltuk, araç ve imtiyaz
üretir, üretim değil.
Seçimlerde kendisini seçen çiftçilere şapka, kumanya
dağıtıyorsun; peki kimin parasıyla bunlar? Koltuk için devletin yetkili
organlarında kulis yapıyor, rakipleriyle kavga ediyor, tehditler savuruyorsun.
Seçimlere bir-iki ay kala tüm delegeleri değiştiriyorsun. Vay be! Bu aklını
üretim için kullansan, inan tarım şahlanır.
Ahlaki Çöküşün Tarımsal Yansıması
Bugün tarlada çürüyen sadece ürün değil; insanlık, vicdan
ve sorumluluk da çürüyor. Toprak, alın teriyle değil, kurnazlıkla kazılan
bir rant alanına dönmüş durumda. Herkes payını almakla meşgul, kimsenin aklı
üretimde değil. Tohumun bereketi değil, ihalenin kârı konuşuluyor.
Oysa çiftçinin tek isteği, alın terinin karşılığıdır. Ne
lüks araç, ne makam odası, ne de ithal tohum ister. Gerçek çiftçi, üretmek
ister. Onun derdi şöhret değil, berekettir. Ama bu çürümüş zihniyetin gözünde
üretici sadece bir istatistikten ibarettir. Onu temsil etmesi gerekenler,
çoktan üreticiden kopmuştur.
Vicdan, Liyakat ve Yeni Bir Başlangıç
Bugün tarımda yaşadığımız çöküş, sadece ekonomik değil; ahlaki
bir çöküştür. Tohum çalınmış, emek değersizleştirilmiş, liyakat
unutulmuştur. Tarımın en büyük düşmanı kuraklık değil; vicdansızlıktır.
Çünkü suyu bitiren güneş değil, menfaat ateşidir.
Ve bu tablo karşısında hâlâ susan, hâlâ koltuğuna sıkı sıkı
sarılanlar var. Unutmayın, çiftçinin de, milletin de sabrı sonsuz değildir. Bu
topraklar, alın terini değil rantı kutsayanları affetmez.
Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:
“Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.”
Ama gidişat böyle devam ederse, kurtuluş dönemindeki gibi
bir gün o marşı yazdıracak; kırsallardan cephelere, ölüme gidecek ne Anadolu
genci ne de çiftçilerin çocukları kalmayacak.
Artık bu zihniyeti değiştirmek gerekiyor. Tarım ve Orman
Bakanlığı, kendisi tarlada çalışıp üretmeyecekse; gerçek tarım reformunu
bütçeyle değil, ahlakla, vicdanla ve sorumlulukla yapmalıdır. Tarımı
yeniden ayağa kaldırmak; dürüst, üretim odaklı, bilgiyle donanmış, adaletli bir
tarımsal örgütlenme sistemiyle mümkün olabilir. Bu şekilde yeni bir zihniyet
inşa edilmeden hiçbir proje, hiçbir tohum yeşermez.
Çiftçi örgütleri yeniden çiftçinin olmalı. Yönetimler,
üreticiye hesap vermeli. Yetki veren devlet, aynı kararlılıkla sorumluluk da
talep etmeli; hedef koymalı, ölçmeli, tutmayanları görevden alıp yaptırım
uygulamalıdır.
Çünkü yetki varsa, hesap da olmalıdır.
Herkes haddini, görevini ve vicdanını hatırlamalıdır. Çünkü
toprak sadece ekenin değil; ona emekle, doğrulukla, adaletle hizmet
edenindir.
Bugün tarlada çürüyen sadece ürün değil; insanlık değeri
ve millî vicdandır.
Ve o değer, sizin kasıntılı yürüyüşlerinizde değil; emeğiyle yaşayan, sabahın
serinliğinde tarlaya çıkan o sessiz çiftçinin çatlamış avuçlarındadır.
0 Yorumlar