Ahlakı Kaybeden Siyaset, Ümmeti Felakete Sürükler
Bugün İslam dünyasında yaşanan siyasal yozlaşma, sadece yöneticilerin değil, tüm ümmetin ortak vebali haline gelmiştir. Yalanın meşrulaştırıldığı, ehliyetin ve liyakatin hiçe sayıldığı, makamların torpille dağıtıldığı bir düzen, bizlere ait olamaz. Oysa biz, "İslam'da siyaset ahlakı" gibi evrensel bir mirasa sahip bir ümmettik. Peki ne oldu da biz bu mirası yitirdik?
Bir zamanlar yöneticiler, adaletle hükmetmenin vebalini taşır, makamı bir nimet değil ağır bir sorumluluk olarak görürdü. Hz. Ömer (r.a.), yöneticilerini halkın karşısına çıkarır, hesap sorar, şüpheli zenginleşmeye asla göz yummazdı.
Çünkü İslam'da siyaset, halkın malına el uzatma değil, halkın duasını kazanma mesuliyetidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), "Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz" buyurarak, hem yönetenlere hem de seçenlere ahlaki bir sorumluluk yüklemişti.
Ancak bugün siyasette ahlak, sadece süslü sloganlarda yer buluyor. "Hizmet" adı altında kurulan birçok düzen, kişisel ikbalin örtüsüne dönüşmüş durumda. Kamusal makamlar, adaletin değil, akraba ve yandaşların tahkim edildiği bir sisteme evrildi. Liyakatin yerini sadakat, ehliyetin yerini yakınlık aldı. Ve biz sessiz kaldık.
Seçim sandığı, artık her şeyin meşruiyet aracı haline geldi. Oysa İslam'da bir yöneticinin meşruiyeti sadece halkın oyuyla değil, Allah'a karşı sorumluluğuyla mümkündür.
Bugün bir siyasetçinin etrafında dalkavuklar toplanırken, işin ehli olanlar görmezden geliniyor. Bu sadece bir yönetim zaafı değil; ümmetin vicdan kaybıdır. Çünkü kötü yönetici, sessiz kalan halkın eseridir.
Ne acıdır ki, birçok siyasetçinin dilinde "İslamî siyaset" söylemi dolaşmakta. Ama icraata gelince; adalet, tevazu, şeffaflık gibi kavramlar yerini gösterişe, lükse ve riyakârlığa bırakmakta. Şatafatlı salonlarda edilen nutuklar, halkın sofrasındaki ekmeği artırmıyor.
Cuma hutbelerinde adalet vurgusu yapılırken, aynı gün belediyelerde torpilli atamalar yapılıyorsa, burada İslam'dan değil, bir gösteriden söz edilebilir.
Kur'an'da Hz. Yusuf (a.s.), yöneticilik istediğinde şöyle der: "Ben hıfzedici ve işin ehliyim." (Yusuf, 55) Bugün yöneticilik için bu iki özellik değil; bağlantı, güç ve grup aidiyeti aranıyor. Oysa liyakat olmadan adalet; adalet olmadan huzur olmaz. Liyakat çürürse kurumlar çöker, kurumlar çökünce toplum dağılır. Bu sadece bir siyasi hata değil, ahlaki bir intihardır.
Ey "Müslümanım" diyen kardeşim! Sadece yöneticileri suçlayarak sorumluluktan kaçamazsın. Eğer bu ahlaki çöküşten rahatsızsan, ilk değişimi sen başlatacaksın. Oy verirken çıkarını değil vicdanını, yakınını değil ehli olanı tercih edeceksin. Zalim bir yöneticiyi desteklemek, onun zulmüne ortak olmaktır. Unutma: Firavun sadece zalim olduğu için değil, onu alkışlayanlar sayesinde de güçlüydü.
İslam'da siyaset; adaletle hükmetmek, yetimi korumak, kamu malına el uzatmamak ve hesabı Allah'a vereceğini unutmamaktır.
Ancak biz bu ölçüleri kaybettik. "Nerede yanlış yaptık?" sorusunun cevabı, bugünkü dev projelerde değil; dün sessiz kalınan küçük adaletsizliklerde gizli.
Bu yazı bir hesaplaşma değil, bir uyarıdır. Belki bir yöneticinin vicdanına dokunur, belki bir seçmeni dürter, belki bir gencin istikametini değiştirir. Çünkü hâlâ dönüş mümkündür.
Ve unutmayalım:
Adalet mülkün değil, İslam'ın temelidir. Temeli çürüyen bir siyasetin üstüne huzur, hakikat ve rahmet asla bina edilemez.
Selam ve Dua İle
Zübeyt BOZKURT
0 Yorumlar