Zeytinyağlı Yiyemem Aman: Neşeli Bir Melodi mi, Kültürel
Bir Tuzak mı?
Eğlencenin
Ötesindeki Mesaj
Türkiye’de
düğünlerde, festivallerde, köy meydanlarında ya da televizyon ekranlarında
defalarca duyduğumuz bir ezgi vardır:
“Zeytinyağlı yiyemem aman, basmada fistan giyemem aman…”
Kulağa neşeli, ritmi oynak, sözleri hafif takılmalı gelir. Ama bu satırlarda
gizlenen derin anlamları fark ettiğinizde, bu türküye bakış açınız kökten
değişebilir.
Çünkü bu şarkı yalnızca eğlendirmek için yazılmış bir Ege oyunu olmayabilir.
Aksine, halkın kendi üretiminden, kendi değerlerinden, kendi kültüründen
uzaklaştırılması için bilinçaltına gönderilen sistematik bir mesaj olabilir.
Bu makalede,
“Zeytinyağlı Yiyemem Aman” türküsünün yalnızca bir halk şarkısı
olmadığını, 20. yüzyılın ortasında Türkiye’deki tarımsal ve kültürel yapıyı
dönüştürmeyi hedefleyen planlı bir kültürel mühendislik aracının parçası
olduğunu savunacağız.
Zeytinyağı:
Ege’nin Altın Mirası
Ege mutfağı
yüzyıllardır zeytinyağı ile özdeşleşmiştir. Zeytinyağı sadece yemeklerde
kullanılan bir yağ değil, aynı zamanda bir kültür, bir yaşam biçimidir.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Akdeniz havzasının tamamında zeytinyağı hem
beslenmenin hem de ekonominin temel taşlarından biri olmuştur.
Zeytinyağı
üretimi Ege köylüsünün gelir kaynağıdır. Ege’nin iklimi ve toprak yapısı,
dünyanın en kaliteli zeytinlerini yetiştirmeye uygundur. Dolayısıyla
zeytinyağı, bu coğrafyanın en stratejik ürünlerinden biridir.
Fakat 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde dünya gıda piyasasında büyük bir
değişim yaşandı: Margarinin ve rafine bitkisel yağların yaygınlaşması.
“Zeytinyağlı
Yiyemem Aman”: Bir Sofra Alışkanlığının Değersizleştirilmesi
Türkünün ilk
dizesi, “Zeytinyağlı yiyemem aman” diye başlar. Bu, ilk bakışta masum
bir damak zevki tercihi gibi algılanabilir. Ancak sosyolojik açıdan
bakıldığında bu söz, zeytinyağını doğrudan reddeden ve değersizleştiren bir
mesaj taşır.
1950’lerden
itibaren Türkiye’ye yabancı gıda firmaları girmeye başladı. Margarinin “modern
mutfakların yağı” olarak pazarlanması, rafine sıvı yağların ucuz ve
“kullanışlı” olarak tanıtılması yaygınlaştı.
Zeytinyağı ise “eski”, “köylü işi” ve “pahalı” algısıyla geri plana itildi.
İşte tam da bu dönemde halkın diline yerleşen bir türküde, zeytinyağının
reddedilmesi tesadüf olabilir mi?
Bilinçaltı
pazarlama tekniklerinde, hedef ürün ya da davranış hakkında olumsuz bir
çağrışım oluşturmak için tekrar ve ritim kullanılır. Bu türkü, Ege’nin kendi
altın ürününü aşağılayan sözleri defalarca tekrar ettirerek, toplumsal algıyı
değiştirmeye hizmet etmiş olabilir.
“Basmada
Fistan Giyemem Aman”: Tekstilde Yerli Olandan Uzaklaşma
İkinci
dizeye gelelim: “Basmada fistan giyemem aman…”
Basma, Anadolu ve Ege’nin pamuğundan üretilen, terletmeyen, sağlıklı, dayanıklı
ve ucuz bir kumaştır.
Pamuk üretimi hem çiftçinin geçim kaynağı hem de ülke ekonomisinin önemli bir
parçasıdır.
Ancak 20.
yüzyıl ortalarından itibaren, sentetik kumaşlar (polyester, naylon) dünya
pazarına hâkim olmaya başladı. Bu sentetik kumaşlar, büyük oranda dışarıdan
ithal ediliyordu.
Moda dergileri, reklamlar ve popüler kültür; basmayı “fakir işi”, sentetik
kumaşları ise “modernlik” simgesi olarak tanıttı.
Şarkının bu
dizesi, yerli üretimi küçümseyerek halkı ithal tekstile yönlendiren bir
bilinçaltı yönlendirme aracı olabilir.
Bir köylü kadının düğünde, kendi pamuğundan yapılmış elbiseyi küçümseyen bir
sözle oynaması, aslında kendi emeğini reddetmesidir.
“Senin
Gibi Bir Cahile Efendim Diyemem”: Çiftçinin İtibarsızlaştırılması
Türkünün en
çarpıcı ve en problemli dizesi: “Senin gibi bir cahile efendim diyemem
aman…”
Mustafa
Kemal Atatürk, “Köylü milletin efendisidir” diyerek tarımsal üretimi, köylünün
emeğini ve çiftçinin değerini yüceltmişti.
Ancak bu dize, doğrudan köylüyü “cahil” olarak nitelendiriyor. Üstelik bu
sadece bireysel bir hakaret değil; köylü sınıfını topyekûn aşağılayan bir
söylem.
Psikolojik
açıdan bakıldığında, bu tür mesajlar, hedef kitleye sürekli tekrar
ettirildiğinde, kişi kendi kimliğini küçümsemeye başlar. Yani köylü, kendi
değerini alenen aşağılayan bir türküyü gülerek, eğlenerek söylemeye başlamışsa,
bu kültürel mühendisliğin en tehlikeli sonucudur.
Kültürel
Mühendislik ve Bilinçaltı Etki
Şarkılar, en
güçlü kültürel taşıyıcılardır. Ritim, tekrar ve basit sözler, mesajın
bilinçaltına kolayca yerleşmesini sağlar.
“Zeytinyağlı Yiyemem Aman” gibi eserler, eğlenceli görünse de, içerdiği
semboller ve mesajlarla bir toplumun üretim alışkanlıklarını, tüketim tercihini
ve kendi sınıfsal algısını değiştirebilir.
1950’lerden
itibaren Türkiye’de uygulanan ekonomik politikalar, yerli üretimden çok
ithalata dayalı bir pazar ekonomisini teşvik etti. Bu süreçte popüler kültür,
halkın değerlerini dönüştürmede önemli bir araç olarak kullanıldı. Bu türkü de
bu araçlardan biri olabilir.
Halkın
Kendi Değerine Karşı Oynaması
En ironik
tablo şudur:
Bu şarkı, en çok köy düğünlerinde, zeytinyağı üreten bölgelerde, pamuk
yetiştiren illerde, çiftçilerin kendi elleriyle düzenlediği şenliklerde
çalınır. Yani mesajın hedefi olan kitle, mesajı kendi rızasıyla ve coşkuyla
tekrar eder.
Bu durum,
bir toplumun kendi kültürel değerlerini, kendi eliyle erozyona uğratmasının en
çarpıcı örneğidir.
Bugün
Durum Ne?
- Zeytinyağı tüketimi: Türkiye, zeytin üretiminde
dünyada ön sıralarda olmasına rağmen, kişi başı zeytinyağı tüketimi
Yunanistan, İtalya, İspanya gibi Akdeniz ülkelerinin çok gerisindedir.
- Pamuk üretimi: Yerli pamuk üretimi gerilemiş,
tekstil sanayisi büyük ölçüde ithal polyester ve sentetik elyafa bağımlı
hale gelmiştir.
- Çiftçinin itibarı: Tarım stratejik öneme sahip
olmasına rağmen, çiftçinin toplumsal itibarı 1950’lerden bu yana ciddi
erozyona uğramıştır.
Bu tablo,
söz konusu türkünün temsil ettiği zihniyetin toplumsal sonuçlarını gözler önüne
serer.
Sonuç:
Kültürel Farkındalık Zamanı
Bir milletin
mutfağı, kıyafeti, üretim biçimi ve insanına bakışı; onun kimliğinin temel yapı
taşlarıdır.
Eğer bu taşlar sistemli bir şekilde değersizleştirilir, küçümsenir ve terk
ettirilirse, geriye taklit eden, üretmeyen, başkalarının kültürünü tüketen bir
toplum kalır.
“Zeytinyağlı
Yiyemem Aman” sadece bir türkü değil, bir kültürel tuzaktır.
Artık bu tür eserleri sorgulama, eleştirel gözle değerlendirme ve gerekiyorsa
kültür repertuarından çıkarma zamanı gelmiştir.
Çünkü kendi değerini küçümseyen şarkılarla eğlenmeyi bıraktığımız gün, kendi
kültürel bağımsızlığımızı yeniden kazanma yolunda en önemli adımı atmış
olacağız.
0 Yorumlar